PEKİ SİZ HİÇ KENDİNİZİ YAŞADINIZ MI? ALİŞAN KAPAKLIKAYA'dan
FERYADINI DUYAN VARMI?
“Benim adım Alper, üç senedir üniversite sınavlarına
hazırlanmama rağmen barajı bile geçemiyorum. İlkokul
dördüncü sınıftayken bir gün öğretmenim beni tahtaya
kaldırıp bir matematik problemi sordu. İşlemi yaptım,
sonucu da doğru yazdım. Heyecandan (-) yerine (+) koymuşum.
‘Salaaaaak’ diye bir bağırtı duymamla suratıma
şiddetli bir tokadın inmesi bir oldu. Sendeledim, başım
tahtaya çarpmış. Suratıma arka arkaya inen tokatların
ardından bir de tekme yedim. Ve tahtanın önünde ders
boyunca tek ayaküstünde durdurdu öğretmen beni. Beş
arkadaşımı kaldırıp, ‘Buna birer tokat vurun!’ dedi. Dördü
vurdu, beşinci vurmayınca onu da dövdü. Teneffüs zili
çaldığında sınıfa dönüp ‘Bu salağın yüzüne tükürerek
çıkacaksınız.’ dedi. Beni arkadaşlarımın önünde küçük
düşürdü, onurumu zedeledi.
O günden sonra…”
Alper daha konuşacaktı. Boğazında bir şeyler düğümlendi
ve yerine oturdu…
…
“Benim adım Galip. Bizim lokantamız vardı. Orta
birinci sınıftayken hafta sonları babama yardım ederdim.
Bir akşam lokantaya üç kişi geldi. Babamdan haraç istediler,
vermeyince babamı dövdüler. O an kendimi o kadar
aciz ve çaresiz hissettim ki anlatamam. Zavallı babam
kanlar içinde yerde yatıyordu. Onu hastaneye götürdüm.
Daha sonra babam kendisini dövenlerden davacı oldu.
Fakat onlar avukat tuttular, yalancı şahit buldular. Mahkeme
aleyhimize karar verdi ve babam hapse girdi. Bir süre
sonra da hapiste öldü. Cenazesini bile açıp göstermediler.
Okulu bıraktım. Mafya olmaya karar vermiştim. Büyüyünce
dükkânımızı basanları, yalancı şahitlik yapanları ve
babamı mahkûm ettiren avukatları vuracaktım.
Bir gün…”
Daha anlatacaktı Galip, gözyaşları izin vermedi. Oturdu.
…
“Hocam, ben 65 yaşındayım. 16 yaşında evlendirildim.
Bizim zamanımızda kızların söz hakkı yoktu. Gurbete
gittim. Evlendiğim adamın üç erkek kardeşi de bizim
yanımızda kalıyordu. Kocam onlara hizmetçilik yapmamı
emretti. İtiraz etme hakkım yoktu. Haftada iki gün
sabahtan akşama kadar onların dağ gibi yığılan çamaşırlarını
leğende, ellerimle yıkadım. Çünkü o zaman çamaşır
makinesi yoktu. Bulaşıklarından, yemeklerinden, temizliklerinden
ben sorumluydum. Çocuk olsalardı onlara
seve seve bakardım. Ama hepsi de kocaman adamlardı.
İlkokuldan sonra okumak istediğim halde babam
okutmadı. Neymiş okursam oğlanlarla mektuplaşır, sevgili
edinirmişim! Bak şu kafaya ya! Okutmadılar ve kimseyle
adım çıkmasın diye beni tanımadığım ve yaşı benden çok
büyük biriyle hemen evlendirdiler.
Okumak istediğimi babama söyledim. ‘Kardeşlerine
kim hizmet edecek?’ dedi ve beni dövdü.
Bir tomurcuk gibiydim, ne zaman başımı toprağın
üstüne çıkarıp filizlendiysem, bir çiçek olarak açmak
istediysem başımı kopardılar. Yeniden açmayı denedim,
tekrar kopardılar. Adım Gül ama ben hayatımda hiç gülmedim.
Ben bir çiçek olarak hiç açmadım, açamadım,
fırsat vermediler, ezdiler. Beni bir köle gibi, bir hizmetçi gibi gördüler. Kayınlarımdan da dayak yedim. Niye
vuruyorsunuz bile diyemedim. Kocam bana hiç sahip
çıkmadı. Kendimi yaprakları dökülmüş, dalları kırılmış bir
ağaç gibi hissettim. İçimde, babamla kocama karşı büyük
bir öfke var, onları bugüne kadar affetmedim, affedemiyorum
ve asla affetmeyeceğim. Çünkü onlar kendimi
yaşamama izin vermediler.
Sonra…”
Gül anne de daha anlatacaktı. Hıçkırıkları boğazında
düğümlendi, daha fazla konuşamadı… Oturdu…
Salonda sıcak ve samimi bir hava oluşmaya başlamıştı.
https://goo.gl/KET7TZ
Yorumlar
Yorum Gönder